Friday, November 02, 2012

The Maker - Life is What You Make İt



Christopher ve Christine Kezelos'un bol ödüllü kısa filmi "The Maker", hayatının en güzel şeyini yaratmak için zamana karşı yarışan bir yaratığın kısacık hikayesi. Filmin süper güzel müziği "winter" için http://www.paulhalleymusic.com/ adresini ziyaret ediniz. 


Thursday, November 01, 2012

Her Normal İnsan Gibi

Tam da ona göre, her şeyi ile istediği gibi bir defter arayışının ömür boyu sürebileceğini fark eden her normal insan gibi ben de kendi defterimi yapmaya karar verdim. Aşağı yukarı çıkardığım şablon çerçevesinde, hem kendimi bu işe adamak, hem de söz vermiş olup da yapmamış olmamak için müstakbel defterimin olmazsa olmazlarını bir bir yazıyor, sonra da bir araya getirdiğim olmazlarımdan tam da aradığım defteri yapıyorum, evet.

Birinci ve en önemli olmazımız, tercihen 90 ya da 100 gram ağırlığında fildişi çizgisiz kağıt. Matbaacılardan çok arar ve tuhaf sorulara cevap verirseniz bu kağıdı bulabilirsiniz, ancak bu niteliklerdeki bir yaprak kağıdın yaklaşık 50 kuruştan başladığını söyleyelim, 100 sayfalık defteriniz için bir Moleskine parası vermeye değer mi hesabını siz edin. Bu sebeple muhtelif kırtasiyelerde satılan ve 90 gram fildişi kağıda sahip olan eskiz defterlerinden Lutart Academie Sketch Pad ile işimizi göreceğiz. Adamlar halihazırda yapmışlar defteri, kullansana dediğinizi duyar gibiyim, hmm ivit..


İkinci olmazımız ise, kullanacağımız bu defterin kağıtlarını istediğimiz boyutta kestirmek olacak. Ben ne yanımda taşımakta zorlanacağım kadar büyük, ne de ancak küçük notlar alabileceğim kadar küçük defterleri sevmiyorum. İdeal defterde sağ elim satırı hemencecik bitirip kendini yere atmamalı, defterin yüksekliği de kısacık olmamalı. Kendime göre 14x14 cm gibi bir boyut belirledim ideal defter için ve evet bu ölçülerin ideal olduğunu savunabilirim.

Kesilen kağıtlarımız, evdeki araç gereç henüz bir defter dikmek veya ciltlemek için yeterli olmadığından (belki ileride) spiral cilt yaptırılmak üzere kırtasiyeye götürülecek. Biraz amatör işi gibi görünse de spiral ciltli defter kullanmak bazen ortadan ayırması zor olan dikişli defterlere göre daha pratik olabiliyor.

Gelelim işin defterimizin çakma bir ajanda gibi görünmeden nasıl karizmatik olabileceğine. Ben bunun için kalkyerineyat Demet'in etsy ve benzeri el uğraşı sitelerinden vakti-zamanında aldığı damgaları kullanacağım; bu da demektir ki 365 tarih ve 365 gün damgalayacağım! Damga işini ağırdan almaya karar verdim, ihtiyacım oldukça basacağım tarihleri, tahminim bir süre sonra damga diye bildiğin kalem kullanacağım tarih atmak için..

Defterinizin önüne arkasına istediğiniz malzemeden kapak yapabilirsiniz. Ben en önde bir buzlu asetat, onun arkasında da iki adet karton kullandım. Kartonları boş bırakmak niyetinde değilim, siz de kafanıza göre bir şeyler çiziktirip yapıştırıp defterinizi kişiselleştirebilirsiniz. 

Bu son derece basit, boş, fildişi deftere baktıkça içim açılıyor. Kolay gelsin..





Thursday, August 09, 2012

Fifty Shades of What?


E madem Fifty Shades serisi Amerika'da best seller olacaktı, biz Harlequin novellalarının takipçilerini okuyucularını neden yıllarca küçümsedik? Bu seriye roman, E.L. James ablaya yazar demeye dilimiz varmadı, ama illa hard copy'leri tükenip e-book satışlarını patlatan bu "fiction fan" serisini merak ediyorsanız, indirin internetten, atlaya atlaya okuyun, ne demek istediğimizi bir anlayın. Ya da hiç zahmet etmeyin, alın size metinden bir cümle: "If this guy is over thirty then I’m a monkey’s uncle." Breh breh!! Ha bir de telif hakları alınan ve Türkçeye tercümesine başlanan kitabı çevirenin, yayınlayanın ve okuyanların  muhtemelen Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından evlerinden toplanacağı müjdesini de şimdiden vermiş olalım!

Saturday, July 14, 2012

eski filmler, tekrar tekrar kafaya takılan hayaller I

Çok fazla film meraklısı değilim. Türk filmleri olsun, kült filmler olsun, Hollywood filmleri olsun hararetle tartışır insanlar bunları, ben dinlerim öyle. Hafızam da balık, "haa evet hatırlar gibiyim," "o şey diil miydi? neydi yaa?" repliklerini ata ata kendimi eğlerim. Ama bazı filmler izlemişliğim vardır elbet, ve bunların bir kısmında, öyle sahneler gördüm ki, hala takip ederler peşimden. Bu yüzden yeni hayal kuramıyorum, hep bu eski filmlerdeki eski sahneleri özleyip duruyorum.

Bunlardan biri Carla's Song filminden.
Çift katlı kırmızı İngiliz otobüslerinden birinin şoförü adam, ülkesinden kaçıp gelmiş yabancı bir kızın peşine düşüyor. Giriş hikayesi bu. Bir gün adamın tepesi atıyor, otobüsün dikiz aynasından, içinde bulunduğu saçmalığı görüyor. İçindeyken kendine bakamadığı için, kendinin dışına çıkması gerekiyor. Dışına çıktığında da, artık orada durmasına imkan yok.


Sonra kızı bulmuş, birlikte kaçmışlar. Adam, bürokrasiden, sabah gidip akşam gelmelerden; kız da savaştan ve sürgünden. Gerçekten de yıktım geçtim bu sefer, gerçekten de şu anda umurumda değil, başka bir şey var ve ona gidiyorum işte demenin özgürlüğünü ilk kez tattığın o an.




Çıkış hiçbir zaman kolay değil, ama bir kere çıktıktan sonra artık ortalarda uçuşabilirsin. Yolculuğun tadını çıkarabilirsin ve artık kaosun içinden, dans eden bir yıldız yaratabilirsin. 





İçinde standart normlara göre hiçbir güzellik barındırmayan boşluk. Ne bir çiçek, ne mavi gökyüzü, ne yeşillikler, ne kuşlar. Bütün sıradanlığıyla, ayrıcalıksızlığıyla, hiçbir ilginçliği olmayan, huzurlu ve sessiz insan ruhu. Yıllardır orada olmak istiyorum, bu sahneler yıllardır aklımdan çıkmıyor. 





"I’ve been here hundreds of times.. it’s always changing.. the sky, the water, ferns.. when I’m pissed off it makes me peaceful.. and when I’m happy, makes me more happier"

Hayatta inanmak için ve uğruna çaba sarf etmek için başka insanları seçtim kendime demişti bir arkadaşım. Onu anarım burada da yeri gelmişken. 





Her kahramanın yolculuğu eve dönüşle son bulur. Ev bıraktığın gibi kalmış, kaçmana yol açan sebepler ortadan kalkmamış olabilir. Ama sen değiştin ya işte, boşa gitmedi yolculuk.


Kişisel hafızamızı oluşturmak için yazıyoruz demiş Yonca. İşte benim hafızam bu çerçöple dolu. 

Demet

Friday, July 13, 2012

tüm böceklere selam ederim

Metafor yapmıyorum. Gerçek böceklerden bahsediyorum. Hepsine selam eder, sağlık sıhhat dilerim. Yeter ki keyifleri yerinde olsun. Olsun ki huzursuzlanıp meraklanıp, şurası da nasıl bir yermiş acaba diye ayaklanıp evime girmeye kalkışmasınlar.
Böylece "dev peygamber devesinin hazin sonu" gibi acıklı öyküler de yazılmaz arkalarından.
Sıhhatli bir peygamber devesi ile (bkz.fotoğraf) ölü bir peygamber devesi arasındaki farkı bilir misiniz? Ben de bilmezdim, ama öğrendim.

Nasıl da mutlu. 

Sıhhatli peygamber devesi yemyeşil yanan kanatlarını çırpa çırpa, orasından burasından sarkan çirkin ve manasız bacaklarını sallaya sallaya ampulün etrafında dönerken yaşam sevinciyle doluydu. Kara kafalı kürklünün bir hamlesiyle yere serildiğinde ise, artık o kadar da mutlu görünmüyordu. Hemen ayağa kalkıp savunma pozisyonu aldı, sırtını dikleştirip kolları uzattı. Kara kafalının umurunda bile olmadı, pançaladı durdu. Biz de böylece ölü bir peygamber devesi ile tanışma fırsatı bulduk.(bkz. resim-ben çizdim).


Sözün özü: Bir daha girmeyin bu eve noolur. Zaten çok çirkinsiniz. Bir de cenazenizi kaldırmak iyice kalbimi kırıyor. 

Demet